BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
Fen Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

 

TDE ÖDEV/PROJE FORMATI

Başkent Üniversitesi

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Ödev/Proje Formatı

  • Sayfanın bütün kenarlarında 2,5 cm’lik boşluk bırakılmalı, metnin tamamı bu sınırlar içinde kalmalıdır.
  • Metin, Times New Roman ya da Arial ile 12 punto olarak yazılmalıdır. İlk sayfanın sol üst köşesinde yazarın adı ve soyadı, ödevin teslim edileceği öğretim üyesinin kısa unvanı ve soyadı, dersin kodu ve teslim edildiği günün tarihi alt alta tek aralıklı olarak yazılmalıdır. Tüm sayfaların sağ üst köşesinde yazarın soyadı ve sayfa numarası “header” kısmında görünmelidir.
  • Konu başlığı sayfanın ortasında bulunmalı, başlık ve alt başlıklar için koyu yazı seçeneği kullanılmalıdır.
  • Metnin sağ tarafı hizalanmamalıdır. Asıl metnin tümü ve kaynaklar çift aralıklı olarak yazılmalıdır.
  • “Kaynaklar”, bu başlık ile belirtilmeli, bu bölüm bir sayfaya yakın ya da daha fazlaysa yeni bir sayfadan başlamalıdır.

Hazırlanan ödevler, gösterilen kaynaklar dışında bütünüyle ödevi hazırlayan kişiye ait gözlem ve yorumlardan oluşmalı, güzel bir Türkçe ile yazılmalıdır.

Bilimsel yazı, hangi düşüncenin kime ait olduğu açıklık ve kesinlikle belli olacak şekilde yazılır. Çalıntı, suçtur. Doğrudan çalıntı olmasa bile öyleymiş gibi algılanabilecek bütün yazış şekillerinden titizlikle kaçınılmalıdır. Akademik yazıda yalnızca doğrudan çalıntılara değil, belirsizliklere de müsamaha edilmez; belirsizlikler yazarın lehine değil, aleyhine değerlendirilir. Bazen (ya da sık sık), kötü niyetten olmasa da özensizlikten kaynaklanan ciddî kusurlar görülmektedir. Sık rastlanan durumlardan bazıları şunlardır:

  • Yazar, yazısındaki bir düşünce için kaynak göstermekte, fakat aynı kaynaktan aldığı bir başka düşünce için kaynağa gönderme yapmamaktadır. Oysa başkalarına ait bütün düşünceler kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirtilmelidir.
  • Yazar, uzunca bir paragrafın sonunda kaynak göstermekte, fakat paragrafın son cümlesinin mi, yoksa bütün paragraftaki düşüncelerin mi verilen kaynağa dayandığı açıkça anlaşılmamaktadır. Yazar, kaynağını, düşüncenin öne sürüldüğü ilk paragrafın başından itibaren belirtmeli ve bunu “…’a göre” şeklinde ifadelerle sık sık vurgulamalıdır. Metinde kaynağı konusunda kuşku uyanan hiçbir cümle yer almamalıdır.
  • Metnin yazarı, yorum, özet, aktarma ve alıntı cümleleri arasında geçişler yaparken başkasına ait düşüncelerle kendisine ait olanları karıştırmakta, başkalarının düşünceleri metin yazarınınmış gibi anlaşılabilmektedir. Oysa her bir cümlede düşüncenin sahibi net olarak bilinebilmelidir.
  • Yazar, kullandığı kaynağı belirtmeden önce oradan aldığı görüşlere yer vermekte, daha sonra da kaynağı belirtmektedir. Ya da yazar, kullandığı kaynağı yalnızca bir kez belirtmekte, daha sonra o kaynaktan uzun alıntılara, aktarmalara yer vermektedir. Her iki yöntem de hakkaniyet ölçüleriyle bağdaşmaz.
  • Yazarın alıntı ya da aktarma yapmak gereği görmediği bazı kaynaklardan esinlendiği anlaşılmaktadır. Oysa, alıntı ya da aktarma yapmak gerekmese de, esinlenilen kaynak, hem metinde belirtilmeli, hem de “Seçilmiş Bibliyografya”da yer almalıdır.
  • Yazar kaynak göstermekte fakat kaynak bilgilerini özensizce aktarmakta, örneğin, adları, başlıkları yanlış kaydetmekte, dolayısıyla, kaynak göstermeyi mekanik bir zorunluluk saydığı izlenimini uyandırmaktadır. Oysa kaynak bilgileri konusunda özen, mekanik bir zorunluluk değil, ahlâkî bir yükümlülüktür.

 

Aşırmacılık Örnekleri:

 

Orijinal Metin:

“Cahid’in romanlarındaki en mühim özellik, şüphesiz, dil ve üslubundaki sadelik ve açıklıktır. Arapça ve Farsça kelimeler ve tamlamalar az olduğu gibi, üslubu süslemek için bir çaba sarf ettiği de görülmez. Genel bir itinasızlığın doğurduğu bazı aksaklıklara rağmen, anlaşılır ve tabii olmak bakımından, bu dil ve üslubun Mehmet Rauf’un dil ve üslubundan üstün bulunduğu muhakkaktır.” (Akyüz 121)

 

Aşırılmış hali-1-

 Cahid’in romanlarındaki en mühim özellik, şüphesiz, dil ve üslubundaki sadelik ve açıklıktır. Arapça ve Farsça kelimeler ve tamlamalar az olduğu gibi, üslubu süslemek için bir çaba sarf ettiği de görülmez. Genel bir itinasızlığın doğurduğu bazı aksaklıklara rağmen, anlaşılır ve tabii olmak bakımından, bu dil ve üslubun Mehmet Rauf’un dil ve üslubundan üstün bulunduğu muhakkaktır.

Aşırılmış hali-2-

Dil ve üsluptaki sadelik, hiç şüphesiz, Cahid’in romanlarındaki en mühim özelliktir. Cahid’in romanlarında, Arapça ve Farsça kelimeler ve tamlamalar az olduğu gibi, üslubu süslemek için bir çaba sarf ettiği de görülmez. Cahid’in dil ve üslubunun Mehmet Rauf’un dil ve üslubundan üstün bulunduğu söylenebilir.

 

Kabul edilebilir hali-1-

Akyüz’e göre, “Cahid’in romanlarındaki en mühim özellik, şüphesiz, dil ve üslubundaki sadelik ve açıklıktır. Arapça ve Farsça kelimeler ve tamlamalar az olduğu gibi, üslubu süslemek için bir çaba sarf ettiği de görülmez.” (121). Yazara göre, genel bir itinasızlığın doğurduğu bazı aksaklıklara rağmen, anlaşılır ve tabii olmak bakımından, bu dil ve üslubun Mehmet Rauf’un dil ve üslubundan üstün bulunduğu muhakkaktır (121).

 

Kabul edilebilir hali-2-

Dil ve üsluptaki sadelik, hiç şüphesiz, Cahid’in romanlarındaki en mühim özelliktir. Cahid’in romanlarında, Arapça ve Farsça kelimeler ve tamlamalar az olduğu gibi, üslubu süslemek için bir çaba sarf ettiği de görülmez. Cahid’in dil ve üslubunun Mehmet Rauf’un dil ve üslubundan üstün bulunduğu söylenebilir (Akyüz 121).

           

Aynı kaynaktan ya da farklı kaynaklardan yapılan alıntılar peş peşe sunulmamalı; yalnız alıntılara ya da aktarmalara dayanan uzun bölümlerden kaçınılmalıdır.

Ödevlerde, deneme ve polemik üslûplarından, argo ve aşırı kişisel ifadelerden kaçınılmalıdır. Siyasal ve dinsel jargon kullanılmamalı, dogmatik ifadelere, kanıtlanamayacak genellemelere yer verilmemelidir. “Bütün”, “hep”, “her”, “hiç” gibi sözcükler kullanılırken dikkatli olunmalıdır. Anlatımda saygılı ve ikna edici bir üslûp benimsenmeli, ironiye yer verilecekse dozu iyi ayarlanmalıdır. (Olumsuz örnekler: “eleştirmek” yerine “saldırmak” sözcüğünü kullanmak; hoşa gitmeyen bir yazardan “yazarımız” diye söz etmek; beğenilmeyen bir gruptan “güruh” diye bahsetmek; “dert etmek” gibi argo ifadeler, “öğretmenlik etmek” gibi deyimsel olmayan ifadeler kullanmak.) Tezlerde dolambaçlı ifadelere, (birden fazla partisip eki kullanılıyorsa) dört satırı geçen cümlelere, “kim”, “nerede”, “ne zaman” soruları yanıtlanmadığı için konuyu bilmeyenlerin anlayamayacağı belirsiz ifadelere yer verilmemelidir. Genel kural olarak, devrik cümle yapısından ve eksik (fiilsiz) cümlelerden; aşırı basit cümlelerden ve yinelemelerden kaçınılmalıdır.

Noktalama işaretlerinin kullanımı konusunda Türk Dil Kurumu’nun İmlâ Kılavuzu izlenmelidir.

 

Metinde Kaynak Gösterme:

Ödevlerde kaynaklar ödevin sonundaki kaynakça bölümünde verilir. Kitap, dergi, gazete, ansiklopedi, broşür, roman, oyun ve film başlıkları eğik yazı ile yazılır. Tek şiir, öykü, makale, mektup ve konuşma başlıkları ise normal yazıyla çift tırnak içinde verilir. Paragraftaki alıntılar çift tırnak içinde verilmeli, üç satırı geçen blok alıntılarda ise tırnak kullanılmamalıdır. Alıntılar kesinlikle italik yazılmaz.

            Yararlanılan bir alıntının sonuna metin içinde yazarın soyadı ve alıntının sayfa numarası vermek yeterlidir, kaynağın uzun ve açık hali kaynakçada verilecektir. Kaynakçada verileceği için metinde yazara işaret etmeye gerek olmadığı düşüncesi kesinlikle yanlıştır.

 

Örnek:

Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri adlı kitabında Kenan Akyüz, Cahid’in romanlarındaki en mühim özelliğin, şüphesiz, dil ve üslubundaki sadelik ve açıklık olduğunu söyler (121).

Veya

Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri adlı çalışmada, Cahid’in romanlarındaki en mühim özelliğin, şüphesiz, dil ve üslubundaki sadelik ve açıklık olduğu  belirtilmektedir (Akyüz 121).

 

Kaynakça bölümünde kaynak gösterme:

(a) bir yazar: Tek yazara ait yapıtların künyesi şu şekilde gösterilir:

 

Berk, İlhan. Poetika. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1997.

 

(b) iki (ya da üç) yazar: İki (ya da üç) yazara ait yapıtların künyesi şu şekilde gösterilir:

 

Taner, Refika ve Asım Bezirci. Edebiyatımızda Seçme Hikâyeler. Başvuru Kitapları. İstanbul: Gözlem Yayınları, 1981.

 

Örnekte ikinci yazarın soyadının öne alınmadığına dikkat edilmelidir; künye bilgilerinin alfabetik sıralanmasında ilk yazardan sonrakilerin soyadlarının öne alınmasının işlevi yoktur.

 

(c) üçten fazla yazar: Üçten fazla yazara ait bir kitabın künyesinde ya bütün yazar adları kitaptaki sırasıyla verilir ya da ilk yazar adından sonra ve diğer. ifadesi kullanılır.

 

Aksoy, Nazan ve diğer. Şiir ve Şiir Kuramı Üstüne Söylemler. İstanbul: Düzlem Yayınları, 1996.

 

(ç) özel yazar adları: Türkiye’de bazı yazarların soyadları kullanılmamakta, yaygın olarak ilk iki adları kullanılmaktadır. Böyle durumlarda, künye yazılırken ikinci ad başa getirilmemeli, alfabetik sıralamada ilk ad esas alınmalıdır. Yazarların yerleşik adlarına öncelik verilmeli, gerekirse parantez içinde ek bilgi sağlanmalıdır.

 

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı). Aganta Burina Burinata. Ankara: Bilgi Yayınevi, 1999.

Nâzım Hikmet (Ran). “Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler”. Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi. Der. Memet Fuat. İstanbul: Adam Yayınları, 1985. 108-09.

 

Derleyen, Çeviren, Yayıma Hazırlayanın Adı: Bir yapıtın derleyeni, çevireni, yayıma hazırlayanı ve / ya da editörü varsa künyede der., çev., haz. ve ed. kısaltmaları kullanılır.

Örnek:

Ahmet Haşim. Bütün Şiirleri. Haz. İnci Enginün ve Zeynep Kerman. İstanbul: Dergâh Yayınları, 1999.

Memet Fuat, der. Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi. İstanbul: Adam Yayınları, 1997.

 

İnternet malzemesini gösterme:

Yazarın Soyadı, Adı. “Konu başlığı'”. Web Sitesinin Adı. Yayın tarihi, Adresi

Online süreli yayında makale:

Chaplin, Heather. “Epidemic of Extravagance.” Salon 26 Şubat. 2022: 13-25. Web. 12 Temmuz 2022.

 

 

Yalçın Armağan

Dr. Oğuzertem

EDEB 524

13 Mayıs 2002

 

O, “Kafkaesk” Bir Roman mı?

 

 

Başlıktaki soruyu yanıtlayabilmek için önce başka bir soruyu sormak ve yanıtlamak gerekiyor: “Kafkaesk” nedir?  Milan Kundera, Roman Sanatı adlı kitabında “peki nedir Kafkaesk?” sorusuna verdiği yanıtta dört belirleyici nitelik saptıyor.  Kundera’ya göre “Kafkaesk”in ilk niteliği şu: “[Kişiler] kurtulamadıkları ve anlayamadıkları tek ve dev bir labirentsi kurumdan başka bir şey olmayan bir dünyadadırlar” (119).  Kundera, ikinci özelliği Şato’dan örnek vererek açıklıyor: K, kendisine hatayla gönderilen dosyadan dolayı kadastro memuru olarak görevlendirilir.  Kundera’ya göre, “Şato ile köy arasında onun için olası başka hiçbir dünya olmadığına göre onun bütün varlığı bir hatadan ibarettir” (120).  Üçüncü nitelik ise Raskalnikov’un durumuyla karşılaştırılarak belirlenir.  Kundera’ya göre, Raskalnikov’da suç, cezayı ararken “Kafka’da mantık tersinedir.  Cezalandırılan cezanın nedenini bilmez. Cezanın saçmalığı öylesine katlanılmazdır ki, suçlanan kişi huzura kavuşabilmek için cezasına bir doğrulama bulmak ister: Ceza suçu arar” (121).  Kundera son olarak da Kafka’daki “komiğe” değinir.  Kundera, “Kafkaesk” dünyada komiğin trajiği güçlendirmek için değil, onu anlamsız kılmak için kullanıldığını söyler (123).

Kundera’nın belirlediği niteliklerin O’da karşılığını bulmak olanaklı mıdır?  Gürsel Aytaç, Yıldız Ecevit ve Fethi Naci, O üzerine yazılarında O’nun “Kafkaesk” bir roman olduğu saptamasını yapmışlardır.  Ancak üç eleştirmen de başka nedenlerle romanı “Kafkaesk” sayarlar.  Gürsel Aytaç ve Fethi Naci, Kundera’nın tersine, “Kafkaesk”i tanımlayıp incelenen yapıta uygunluğunu araştırmak yerine doğrudan niteleme yapmayı tercih etmişlerdir.  Yıldız Ecevit’in yaptığı tanımlama ise yeterince açıklayıcı değildir.  Fethi Naci’ye göre, “O’da dış gerçeklik, köylüler, kent, bürokrasi ağır basıyor. Ve dış gerçekliğin ağır basmasıyla birlikte yer yer Kafka havası sarıyor romanı” (314).  Gürsel Aytaç da romanın “Kafkaesk” olduğunu şöyle belirler:

Gerçek mi, düş mü olduğu belirsiz bırakılan bir deniz kazasından sonra kendini karla kaplı kayaların üzerinde bulan bir denizcidir romanın anlatıcı kişisi. Kafka’nın romanlarına özgü olduğu için “Kafkaesk” diyebileceğimiz bir durum söz konusu: Akıl ve mantık kategorilerinin dışında gerçekleşmiş bir ani değişiklik, sebebi karanlıkta bırakılan ani bir yer ve çevre değişimi var. (80)

Yıldız Ecevit ise “Ferit Edgü ve Kafkaesk” başlıklı yazısında yapıtın “karamsar tonunun” (31) onu “Kafkaesk” yaptığını düşünür. 

Eleştirmenlerin nitelemelerinin yeterince belirgin ve çözümleyici olmadığı açıktır.  Ayrıca “Kafkaesk” nitelemesinin yapıtı açımlamak için ne gibi bir veri sunduğunu sormak gerekiyor.  Dahası, “Kafkaesk” nitelemesinin Edgü’nün bu romanı için sıkça kullanılması, kavramın içeriğine ilişkin bir sorgulama yapıp O’da bunun karşılığını araştırmayı ve kavramın yapıtı çözümlerken açılım sağlayıp sağlamadığına bakmayı zorunlu kılıyor.  Bu noktada baştaki soruyu yeniden sormak gerekir: “O, ‘Kafkaesk’ bir roman mıdır?”

Kundera’nın belirlemelerinden yola çıkarsak, bir yapıta “Kafkaesk” demek için önce yapıttaki kişilerin kurtulamadıkları ve anlayamadıkları bir dünyada olmaları gerekir.  Oysa O’da roman boyunca gözlemlenen, kahramanın yaşadığı dünyayı anlaması ve oradan kurtulmak yerine orada yaşamanın olanaklılığını araştırmasıdır.  Kundera’nın ikinci belirlemesine göre, anlatıcı için nasıl geldiğini bilmediği (ya da bilmek istemediği) dağ başında varlığının bir hatadan ibaret olması gerekir.  Oysa O, tam da bunun tersinin kanıtlanmasıdır.  O, bir hata (sürgün olarak ya da kahramanın inanmak istediği gibi bir “kaza”) ile gelinen yerde yaşamanın, oradaki insanlarla iletişime geçip bir dünya kurabilmenin romanıdır.  Orada kahraman hem kendisi için uygun görülen olası tek yaşamın dışına çıkar, hem de bir hata gibi görünen varlığını anlamlı kılmayı başarır.  Kundera’nın üçüncü saptamasına göre, suçlanan kişinin huzura kavuşabilmesi için cezasını doğrulamak istemesi gerekir.  O’da yine bu durumun tersiyle karşılaşılır.  Romandaki “sürgün” bir ceza ise, kahraman cezasını doğrulamak istemediği gibi, onu ceza olmaktan çıkarmanın yollarını dener.  Kendine ceza olarak biçilen dağ başında yapayalnız yaşamayı bir yaşam ilkesine dönüştürüp insanın olduğu her yerde yaşamanın olanaklı olduğunu kanıtlar.  O’da Kundera’nın son saptamasındaki trajik-komik ilişkisi de yoktur.  Komiklik, trajik olanı vurgulamak için kullanılır.  Anlatıcının kentte vali ve Milli Eğitim Müdürlüğü’ndeki memurlarla yaptığı konuşmalar komik bir durumu ortaya koyarlar.  Kahramanın sürgünde olmasının nedeni olan idarî aygıtın böyle bir gülünçlüğün içinde olması, trajik olanın oylumunu genişletir.  Kundera’nın belirlemelerinden yola çıkarsak, O’da ortaya konan dünya, Kafkaesk olmayan bir dünyadır.

O’nun Kafkaesk olmayan yapısı salt Kundera’nın belirlemelerine uymaması ile sınırlı değildir.  Romanın ana ekseninin, anlatıcının bilmediği bir yere gelmesi ve burada yaşamayı öğrenebilmesi, başka bir deyişle olgunlaşması olduğu söylenebilir.  Roman bu ana eksende de “Kafkaesk” yapıyla bir karşıtlık içindedir.

O’da “Kafkaesk” sayılabilecek ilk öğe, anlatıcının bulunduğu yere nasıl geldiğini bilmemesidir.  Bu, Kafka romanlarında olduğu gibi, “mantıkla açıklamayan bir durum”dur.  Anlatıcının geldiği bu yerden kurtulma şansı yoktur ve geçmişine ait çok az şey hatırlamaktadır.  Daha da doğrusu romanın başında anlatıcı böyle söyler.  Niçin orada olduğunu bilmediği için olasılıklar sıralar: “Bir kazazede miyim?  Yoksa bir sürgün mü? Yoksa bir mahkum mu?  Öyleyse neydi suçum?” (20).  Ardından da şunları söyler: “Buraya, nerden, nasıl düşmüş olmamın da önemi yok!  İster tekneyle uzak denizlerin birinde batıp, kurtulmuş bir kazazede olayım, ister kendimin ya da başkalarının sürgünü, hükümlüsü, ister trenle ister kağnıyla ister yalınayak gelmiş olayım buraya. Neyi değiştirir?” (21).  Ama yine de “on emri” yazıncaya değin bir kazayla oraya geldiğine kendini inandırmaya çalışır.  Ancak bu yalnızca bir inandırmadan ibarettir.  Bilinmezlik Kafka’daki kadar mutlak değildir.  Romanın sonunda (“LXIII / Müfettiş” bölümünde) müfettiş gelir ve anlatıcının niçin orada olduğunu açıklar.  Yaşanan ne bir kaza, ne de hükümlülüktür.  Köyde bulunmasının nedeni O’yu “alıkoyan zorunluluk”tur (200).  Böylece okur da, kahraman da, yaşananın bir sürgünlük olduğunu öğrenir.  Daha doğrusu, kahraman artık bildiği sürgünlüğünü kabul eder.  Sonraki bölümde “bu arada ben de öğrendim sürgünde nasıl yaşanır” (203) der.  Kahraman artık bulunduğu yerde de yaşanabileceğini kavradığı için sürgünlüğü kendisine ürkütücü gelmez ve bu noktada durumunu kabullenir ya da okura bu şekilde açıklar.  Sürgünlüğün gizlenmesinin, bundan yalnız bir olasılık—ama zayıf bir olasılık—olarak söz edilmesinin, kahramanın kendini bir “kazazede” olduğuna inandırmak istemesinin nedeni, sürgünlük gerçeğinden kaçmak istemesidir.  Kazazede olma isteği bu kaçısın düşlenmesidir.  Dolayısıyla, O’da “bulunduğu yerde olmanın nedenini bilmeme”nin Kafkaesk bir nitelik olmadığı görülüyor.  Kafka’nın yapıtlarında bilinmezlik çemberi kırılmaz.  Joseph K.’ya gelip suçunu açıklayan bir müfettiş olmadığı (olamayacağı) gibi K.’nın suçunu öğrenmesi ve onu kabullenmesi de söz konusu değildir.

Edgü’nün romanın Kafkaesk yapıya uymayan diğer yanı, kahramanının bir yaşam felsefesi yaratmasıdır.  O’nun en belirgin özelliği, bireyin olgunlaşma, aydınlanma sürecine tanıklık etmesidir.  Romanın daha başında anlatıcı “[y]aşamak, yaşamayı sürdürebilmek için kişiliğini bulmak zorundasın” (23) der.  Romanın ilk bölümlerinde şaşkınlık içinde çevresini tanımaya çalışan O’nun kendine yazdığı on emirle kişiliğini bulduğu ve romanın seyrinin bu on emirden sonra değiştiği söylenebilir.  Bu on emir O’nun yeni yaşam ilkeleridir.  Unuttuğu ya da unutmaya çalıştığı geçmişteki yaşamın yerine “yeni bir yaşam”a başlamasıdır.  Bu on emirden sonra, şaşkınlık yerini dinginliğe bırakır.  Nasıl geldiğini bilmediği, kendini yabancı duyumsadığı yerde de yaşamanın olanaklı olduğuna karar verir.  Artık umutlu ve huzurludur.  “Ve gerçeğini, anın gerçeğini söylüyorum: Hiçbir zaman umutsuzluktan bu kadar uzak olmamıştım” (96) der.  Müfettişin sözlerine göre, O’yu oraya gönderenler yaşanan yerin dayanılamaz olduğu ve O’nun da dayanamayacağı düşüncesindedirler.  Oysa O, bu düşüncenin tersini geliştirerek bilenen “gerçek”in karşısına yeni bir gerçek ikame eder.  Burada da O için “Kafkaesk” nitelemesinin metinde karşılığı yoktur.  Kafka’nın kahramanları tam bir huzursuzluk içindedirler ve dingin bir noktaya gelmeleri, yaşanan dünyada pek olası görünmez.  Dahası, kişilerin kendi kişiliklerini bulmak gibi bir yönelimleri yoktur.  Bilinemezin biçimlendirdiği yaşamda umutsuzluk egemendir.  Oysa Edgü’nün romanı bir umut bulma, umut aşılama yapıtıdır.

Sonuç olarak, Edgü’nün romanı, kurgulanan dünya açısından “Kafkaesk” olarak nitelendirilemez.  Ancak Ferit Edgü’nün romanında Kafka’yı anımsatacak teknikler kullandığı da bir gerçektir.  Eleştirmenler içeriğe ilişkin çözümlemeler yapmadan, salt teknikte “yer yer” görülen Kafka etkisine dayanarak O’yu “Kafkaesk” olarak değerlendirmişlerdir.  Böylece “Kafkaesk” özgül bir kavram olarak kullanılmamış, yapılan niteleme karşılıksız kalmıştır.

 

Kaynaklar

Aytaç, Gürsel.  “Ferit Edgü’nün Romanı O”.  Yazko Edebiyat 21 (Temmuz 1982): 79-96.

Ecevit, Yıldız.  “Ferit Edgü ve Kafkaesk”.  Kurmaca Bir Dünyadan.  Ankara: Gündoğan

            Yayınları, 1992.  28-32.

Edgü, Ferit.  O.  İstanbul: Ada Yayınları, 1990.

Fethi Naci.  Yüz Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme.  İstanbul: Gerçek

Yayınevi, 1996.

Kundera, Milan.  Roman Sanatı.  Çev. İsmail Yerguz.  İstanbul: Afa Yayınları, 1989.